Ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel alanlarda “kötünün iyiye tercihi” anlamına gelen kavram, ülkemizin başındaki en büyük felaketi ifade etmektedir.
Toplumsal, kurumsal yükselmelerde daha niteliklilerin değil de daha vasatların daha fazlı şanslı olması; ayakların baş, başların ayak olmasıdır. İyiyi cezalandırıp kötüyü ödüllendirmektir. Yalaka, fırsatçı, paragöz olanın önünü açıp rol model göstermek; dürüst, çalışkan, bilgili olanı engellemektir.
Üstün nitelikli ve donanımlı kişilerin, yetersiz ve niteliksiz yöneticilerce konumlarının geleceği açısından tehdit olarak algılanması nedeniyle sistemli biçimde pasifleştirilerek veya uzaklaştırılarak devre dışı bırakılmasıdır.
Negatif seleksiyon, her dönemde her ülkede yaşanmış bir olgudur. Ancak Türkiye bu konuda başka ülkelerle mukayese edilemeyecek bir ampirik zenginliğe sahiptir. Bu duruma bakıp da sadece bugünkü manzara aklınıza gelmesin. Bu durum dünden bize mirastır. Uzun zamandır iktidar sahipleri bu yapıyı değiştirmek ve niteliği artırmak için hiçbir şey yapmıyorlar. Üstüne üstlük bu yapı gittikçe daha da derinleşiyor ve kurumsallaşıyor.
Hitler Almanya’sından 1936 yılında kaçıp Türkiye’ye sığınan Alman İktisat Profesörü Fritz Neumark, 1952’ye dek İstanbul Üniversitesinde eğitim vermiş. Türkiye’den ayrılırken yaptığı söyleşi toplantısında bir gazeteci
– Türkiye’de 16 yıl kaldıktan sonra ülkemizi nasıl özetlersiniz? diye bir soru sormuş.
Prof. Neumark’ın yanıtı kısa ve net olmuş:
– Negatif seleksiyon!
"Negatif seleksiyon" birbiri içine geçmiş iki süreç yoluyla işliyor...
İlki "kifayetsiz muhterisler"in (yetersiz ihtiraslılar) cahil cesaretleriyle önemli görevler için yanıp tutuşmaları; yetenekli ve donanımlı kişilerinse bu görevlere talip olmamaları süreci ile yürüyen Dunning-Kruger Sendromu...
Bir konu hakkında fazla bilgisi olmayan insanlar, kendi hatalarını veya yetersizliklerini tespit edecek bilgi veya becerilere sahip olamaz. Bu nedenle, nerede yanlış yaptıklarını göremez ve sahip oldukları becerileri abartabilirler. Yüksek performans gösterenlerin aksine kötü performans gösterenler, geliştirme ihtiyacını gösteren geri bildirimlerden de ders almazlar. Kendilerini geliştiremezler çünkü yaptıkları işin veya övündükleri işin asıl halini ve detaylarını göremezler.
Bu yüzden bilgili ve yetenekli insanlar "fazla alçakgönüllü" davranıp yüksek görevlere aday olmazlarken (bunu başkalarından beklerlerken), yeterli beceriden yoksun olmasına rağmen yeteneklerini olduğundan fazla görme eğilimine sahip, yetersizliklerinin farkında bile olmayan "kifayetsiz muhterisler" bu makamları işgal ediyorlar.
İkinci süreç ise "Birinci sınıf insanların, birinci sınıf insanlarla; ikinci sınıf insanların ise üçüncü sınıf insanlarla çalışmayı yeğlemesi" olarak özetlenebilecek "Andre Weil Kuralı" işlediğinde, üst makamlardaki ikinci sınıf "kifayetsiz muhterisler"in altındaki görev yerlerini de üçüncü, hatta dördüncü sınıf insanlar dolduruyor. Kendini her bakımdan iyi yetiştirmiş, yetkin ve başarılı insanlar beraber iş görmek üzere ekiplerine, genelde, kendileri gibi iyi yetişmiş insanları almayı tercih ederler. Oysa kendisini yeteri kadar geliştirme fırsatı bulamayan insanlar, yetkin insanları başarılı olarak yönetme konusunda sorunlar yaşayacağını düşündüklerinden, yanlarına kendisinden daha az yetkin insanları alırlar. Cahil cesaretine sahip ve kendisini dev aynasında gören kifayetsiz muhterisler yönetimde çoğaldıkça iyice pasif hale gelen birinci sınıf insanlar da küsüp kabuğuna çekilirler.